Перевод: с турецкого на все языки

со всех языков на турецкий

ayak altında kalmak

  • 1 ayak

    ayak <- ğı> Fuß m; Tier Pfote f, Huf m; Gestell n, Ständer m; Pfeiler m einer Brücke; Bein n; Maß Fuß (30,5cm); Tempo n, Gangart f; Flussarm m, Zustrom m; Abfluss m (eines Sees); Reim m; Abschnitt m (eines Rennens);
    ayak altında kalmak zertrampelt werden;
    ayak atmak ausschreiten; betreten (-e A);
    ayak ayak üstüne atmak die Beine übereinander schlagen;
    ayak bağı fig Klotz m am Bein;
    ayak basmak allg betreten (-e A); bei seiner Meinung bleiben;
    ayak değiştirmek den Tritt wechseln;
    ayak diremek hartnäckig sein;
    ayak işi Besorgungen f (eines Laufburschen usw);
    ayak tedavisi ambulante Behandlung;
    ayak uydurmak Tritt fassen; sich anpassen (-e D);
    ayağa düşmek herunterkommen;
    -i ayağa kaldırmak jemanden auf die Beine bringen; fig aufrütteln; aufwiegeln;
    ayağa kalkmak aufstehen; Kranker wieder auf die Beine kommen; meutern; (-e) vor jemandem aufstehen;
    -in -e ayağı alışmak einen Ort usw regelmäßig aufsuchen;
    ayağı bağlı gebunden, verheiratet;
    (kendi) ayağıyla gelmek aus eigenem Antrieb kommen;
    ayağına dolaşmak fig auf jemanden zurückfallen; am Vorankommen hindern;
    -in ayağına düşmek jemandem zu Füßen fallen;
    -in ayağına ip takmak jemanden in Misskredit bringen;
    -in ayağına kadar gelmek sich zu jemandem bequemen;
    -in ayağına gelmek fig jemandem in den Schoß fallen;
    -in ayağını çelmek jemandem ein Bein stellen (a fig);
    -den ayağını kesmek keinen Fuß mehr setzen (in A); jemanden abwimmeln;
    ayağını çabuk tutmak schnell machen;
    ayakta auf den Beinen; im Stehen; MED ambulant;
    ayakta durmak (auf den Beinen) stehen;
    ayakta kalmak keinen Sitzplatz bekommen;
    ayakta tedavi MED ambulante Behandlung;
    ayağı uğurlu Glücksbringer m (Person)

    Türkçe-Almanca sözlük > ayak

  • 2 ayak

    "1. foot. 2. leg. 3. base, pedestal, footing. 4. treadle (of a sewing machine). 5. shaft (of a loom). 6. tributary. 7. outlet (of a lake). 8. step (in stairs). 9. gait, pace. 10. folk poetry rhyme; rhyme word. 11. foot (measure). 12. intersection between two lines or between a line and a plane. -ta 1. standing, on one´s feet. 2. excited, aroused. 3. med. ambulatory. -tan (satış) (selling meat) on the hoof (as opposed to butchered meat). -ını alamamak 1. /dan/ to be unable to refrain (from). 2. to be unable to use one´s feet (because of pains or because they have gone asleep). -ı alışmak /a/ to make a habit of going to. -ını altına almak to sit on one´s leg. -ının altına almak /ı/ 1. to beat, give a beating (to), thrash. 2. to ignore, transgress, violate. 3. to push aside (something useful). -lar altına almak /ı/ to trample on, disregard. -ının altına karpuz kabuğu koymak /ın/ to scheme to get (someone) fired. -ının altında olmak (for a view) to be spread out beneath one. -ının/-larının altını öpeyim. colloq. For God´s sake. - atmak 1. /a/ to go (to) for the first time. 2. to take a step. - atmamak /a/ not to go to; to stay away from. - ayak üstüne atmak to cross one´s legs. - bağı 1. impediment, hindrance, hobble, fetter. 2. person who creates an obligation and responsibility. -ının bağını çözmek /ın/ 1. to divorce (one´s wife). 2. to free (someone) to act. -ına bağ olmak /ın/ to hinder (one). -ına bağ vurmak/-ını bağlamak /ın/ to hinder. - basmak /a/ 1. to arrive (at), enter. 2. to begin, enter, start (a job). - basmamak /a/ not to go to; to stay away from. -lar baş, başlar ayak oldu. colloq. The first have become last, the last first./The social order is reversed and upstarts are in charge. - bileği 1. ankle. 2. anat. tarsus. -ları birbirine dolaşmak to stumble over one´s own feet. -ına çabuk quick, quick to come and go. -ını çabuk tutmak to hurry, walk quickly. -ına çağırmak /ı/ to call (someone) into one´s presence. -ını çekmek /dan/ to stop going to (a place). -ına çelme takmak /ın/ 1. to trip up. 2. to prevent (another´s) success. -ını çıkarmak to take off one´s shoes. - değiştirmek to get into step by changing one´s foot (in marching). -ını denk/tetik almak to be on one´s guard. -ını denk basmak to be careful, be wary. - diremek to insist, put one´s foot down. -ına dolanmak/dolaşmak 1. to crowd around and create confusion. 2. /ın/ to obstruct. 3. to boomerang, recoil on oneself. -ı dolaşmak 1. to trip over one´s own feet. 2. to get flustered and do something wrong. -ları dolaşmak to trip on one´s feet, get one´s feet tangled up. -ında donu yok, fesleğen ister/takar başına. colloq. She likes to show off regardless of her poverty. -ta duramama astasia. -ta durmak to stand, remain standing. -a düşmek to have outsiders meddling in (a matter). -ı düşmek /a/ to drop in on (a place, a house), visit while passing by. -ına düşmek /ın/ to beg, implore. -ı düze basmak to get over the hard part of something. -a fırlamak to jump to one´s feet. - freni foot brake. -ına geçirmek /ı/ to pull on (one´s trousers). -ına (kadar) gelmek /ın/ 1. to make (someone) a personal visit (as an act of deference). 2. (for any desired thing) to come to (one) by itself. -ları geri geri gitmek to go reluctantly, drag one´s feet. -ına getirmek /ı/ to have (something or someone) brought to one. -ına gitmek /ın/ to make (someone) a personal visit (as an act of deference). -ını giymek to put on one´s shoes. (kendi) -ı ile gelmek 1. to come on one´s own initiative. 2. to fall into one´s lap. -ına ip takmak /ın/ to backbite. - işi errands and small deeds. - izi footprint. -a kaldırmak /ı/ 1. to upset, excite (a group). 2. to incite, stir up (a group) to rebellion. -a kalkmak 1. to stand up, get up, rise to one´s feet. 2. to recover and get out of bed. 3. to get excited, be aroused. -ta kalmak 1. to be left without a seat. 2. to remain standing; to have lasted. -ına/-larına kara su/ sular inme

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > ayak

  • 3 el

    кисть (ж) рука́ (ж)
    * * *
    I
    1) рука́, ру́ки

    el sıkmak — пожа́ть ру́ку

    el sıkışma — рукопожа́тие

    2) ру́чка

    kapı eli — дверна́я ру́чка

    şimdi el bende — сейча́с мой ход

    havaya üç el ateş etti — он сде́лал три вы́стрела в во́здух

    ••

    elini veren kolunu alamazпосл. ему́ дай па́лец, он ру́ку отхва́тит

    elinle ver ayağınla araпогов. ему́ дай [в долг] рука́ми, а [обра́тно] проси́ нога́ми

    - eldeki - elinde
    - elinden
    - eline ağır
    - ele alınmaz
    - ele almak
    - eline almak
    - el altında
    - elinin altında
    - el altından
    - el atmak
    - ele avuca sığmamak
    - eli ayağı bağlı
    - eli ayağı buz kesilmek
    - el ayak çekilmek
    - eli ayağı düzgün
    - eline ayağına kapanmak
    - elini ayağını kesmek
    - elini ayağını çekmek
    - elini ayağını öpeyim!
    - eli ayağı tutmak
    - eli ayağı kesilmek
    - eli ayağı tutmamak
    - eline ayağına üşenmemek
    - ele bakmak
    - eline bakmak
    - el basmak
    - eli boş dönmek
    - eli boş gelmek
    - eli böğründe kalmak
    - eli koynunda kalmak
    - elini çabuk tutmak
    - el çekmek
    - elini çekmek
    - elden çıkarmak
    - elden çıkmak
    - el çırpmak
    - eli dar
    - eli darda
    - el değiştirmek
    - el değmemiş
    - eline doğmak
    - eli dursa ayağı durmaz
    - eline düşmek
    - elden düşürmemek
    - eli ekmek tutmak
    - elden ele dolaşmak
    - elden ele gezmek
    - el elden üstün
    - el ele vermek
    - el ense etmek
    - eli ermez gücü etmez
    - elini eteğini çekmek
    - eline eteğine doğru
    - el etek öpmek
    - eline eteğine sarılmak
    - el etmek
    - elde etmek
    - elden geçirmek
    - ele geçirmek
    - ele geçmek
    - eline geçmek
    - elinden geleni ardına
    - elinden geleni arkasına komamak
    - elinden geleni bırakmamak
    - elden geleni yapmak
    - elinden geleni yapmak
    - elden gelmek
    - elinden gelmek
    - elinden gelse...
    - elden ne gelir?
    - elden gelmemek
    - elinden gelmemek
    - eli genişlemek
    - elde gezmek
    - ellerde gezmek
    - elinin hamuruyla erkek işine karışmak
    - elinden hiç bir şey kurtulmaz
    - elinden bir iş çıkmamak
    - elinden kaza çıkmak
    - elinden bir kaza çıkmak
    - elinden iş gelmemek
    - elinden bir iş gelmemek
    - eli işe yatmak
    - elini kalbine koyarak söylemek sürmek
    - elini kalbine koyarak düşünmek sürmek
    - elini kalbine koyarak hüküm sürmek
    - elden kaçırmak
    - el kaldırmak
    - eli kalem tutmak
    - elinde kalmak
    - eline kalmak
    - elinden kan çıkmak
    - elini kana bulamak
    - el katmak
    - eli kırılmak
    - elini kolunu bağlamak
    - eli kolu bağlı kalmak
    - elini kolunu sallaya sallaya gelmek
    - elini kolunu sallaya sallaya gezmek
    - el koymak
    - eli koynunda
    - elinden hiç bir şey kurtulmamak
    - eli kurusun!
    - eli olmak
    - elinde olmak
    - elde olmamak
    - elinde olmamak
    - elini oynatmak
    - eli para görmek
    - eline sağlık!
    - elinize sağlık!
    - elini sallasa ellisi başını sallasa tellisi
    - elini sıcak sudan soğuk suya sokmamak
    - eli silâh tutan
    - eline su dökemez
    - el sürmemek
    - eli şakağında
    - el tazelemek
    - el tutmak
    - elinde tutmak
    - elinden tutmak
    - elle tutulacak tarafı kalmamak
    - elle tutulacak yanı kalmamak
    - elle tutulur gözle görülür
    - el uzatmak
    - el üstünde tutmak
    - eli varmamak
    - eli gitmemek
    - el vermek
    - ele vermek
    - el vurmamak
    - eli yatmak
    - bu işte eli yok
    - eller yukarı!
    - bir eli yağda bir eli balda
    II
    1) чужо́й, чужа́к
    2) страна́, край

    yabancı ellerde — в чужи́х края́х, на чужби́не

    3) наро́д, населе́ние
    4) пле́мя
    ••

    elin ağzı torba değil ki büzesinпосл. на чужо́й рото́к не наки́нешь плато́к

    el ile gelen düğün bayramпосл. ≈ на миру́ и смерть красна́

    elin derdi ele masal gelirпосл. чужу́ю беду́ рука́ми разведу́

    el kazanıyla aş kaynatmakпогов. прийти́ на гото́венькое

    - el kapısında çalışmak

    Türkçe-rusça sözlük > el

  • 4 baş

    "1. head. 2. leader, chief, head. 3. beginning. 4. basis. 5. top, summit, crest. 6. end, either of two ends. 7. naut. bow. 8. clove (of garlic); cyme; (plant) bulb. 9. head (of a pin). 10. wrestling first class. 11. agio, exchange premium. 12. head: elli baş sığır fifty steers, fifty head of cattle. 13. main, head, chief, top. 14. in many idioms self, oneself. 15. side, near vicinity, presence: sofra başında at the table. ocak başında near the hearth. -ına for each, per, each: saat başına elli bin lira fifty thousand liras an hour. -ında 1. at, near, around: masa başında at the desk, around the table. 2. on his hands: Başında üç çocuk var. He has three children on his hands. He has to support three children. 3. at every: saat başında at the start of every hour. -ından 1. from its beginning: başından sonuna kadar from beginning to end. 2. away from: Başımdan git! Go away!/Get out!/Leave me alone! -ta first of all, most of all. -ı açık bareheaded. -ı açılmak to go bald. -ını açmak 1. to uncover one´s head (as a gesture initiating prayer or imprecation). 2. /ın/ to open up (a subject of talk), give an inkling (of). - ağrısı 1. headache. 2. trouble, nuisance. - ağrısı olmak /a/ to be a nuisance (to), cause worry (to). -ını ağrıtmak /ın/ to give a headache (to); to annoy (someone) by talking a lot. -ını alamamak /dan/ 1. to be too busy (with). 2. not to be able to escape (from some trouble). - alıp baş vermek to wage a bitter fight. -ını alıp gitmek to go away, leave. -ının altında under one´s pillow. -ının altından çıkmak /ın/ (for a plot) to be hatched out in (someone´s) head; to be caused (by). -ı araya gitmek to be caught between disagreeing people. - aşağı upside down, head down. -tan aşağı from top to bottom, from head to foot, from end to end, throughout. - aşağı gitmek to get worse. -ından aşağı kaynar sular dökülmek to have a terrible shock, meet with sudden excitement. (işi) -ından aşkın overburdened (by work). -ında ateş yanmak to be upset, be troubled, be distressed. -ından atmak /ı/ to get rid (of). -tan ayağa kadar colloq. from head to foot, altogether. - ayak, ayak baş oldu. colloq. The high and the low have changed places. -ı bacadan aşmadı ya. colloq. She is still young enough to find a husband. - bağı 1. head band, fillet. 2. naut. bow fast, head fast. - bağlamak 1. to cover or tie up one´s head (with a scarf). 2. (for grain) to form heads. 3. to take up a duty. -ını bağlamak /ın/ to marry (one) to another. -ı bağlı 1. fastened by the head; attached. 2. married. - başa tête-à-tête, face to face. -tan başa from end to end, entirely. - başa kalmak /la/ to stay alone (with). - başa vermek 1. to put our/your/their heads together, consult with each other. 2. to work together, help each other, collaborate. -ında beklemek/durmak /ın/ to stand watch over, watch carefully. - belası nuisance, troublesome person or thing. -ına bela getirmek/sarmak /ın/ to saddle (someone, oneself) with a big problem. -ı belaya girmek to get into trouble. -ı belada olmak to be in trouble. -ını belaya sokmak/uğratmak /ın/ to get (someone, oneself) into trouble. -ımla beraber with great pleasure, gladly. - bezi head scarf. - bilmez unbroken (horse). -ına bir hal gelmek to suffer a serious misfortune. -ını bir yere bağlamak /ın/ to find (a person) a good job and save him from idleness. -ına bitmek /ın/ suddenly to appear, suddenly to show up (said of a pestiferous person). -ını boş bırakmak /ın/ 1. to leave alone, leave untended. 2. to leave without supervision. - boy best quality. - bulmak to pay, leave a profit. -ta/-ında bulunmak /ın/ to be in charge. -ına buyruk independent. -ı bütün married (person). -ından büyük işlere girişmek/karışmak to undertake things that are beyond one´s powers, bite off more than one can chew. -ına çal! colloq. /ı/ Here it is. May it do you no good. -ının çaresine bakmak to take care of one´s own affairs oneself, not to leave things to others. -ı çatla

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > baş

  • 5 bir

    "1. one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias. 2. a, an; a certain, a particular: Bursa´da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday´s party I saw a certain woman; you know who I mean. 3. the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same. 4. united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We´re of one mind on this subject. 5. shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom. 6. only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this. 7. used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there! 8. used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy´de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don´t seem quite yourself today. - ağızdan in unison, with one voice. - alan pişman, bir almayan. colloq. It´s the sort of thing that looks good and attracts a lot of interest but is actually of very little use. - alay a great quantity, a large number. - âlem something else, really something, a wonder, amazing: Orası bir âlem! That´s one amazing place! Cüneyt başlı başına bir âlem! Cüneyt is a wonder in his own right! - an at one point: Bir an bir şey söyleyecek gibi oldu. At one point she looked like she was going to say something. - an evvel/önce as soon as possible. - ara/aralık 1. at one point, for a while, for a short period. 2. when one has a free moment, when one has a chance: Bir ara bana uğrayıver. Drop by when you have a free moment. - araba 1. a wagonload of; a truckload of. 2. colloq. a lot of, a slew of. - arada together. - araya gelmek 1. (for people) to come together (in the same place and at the same time). 2. (for events) to happen at the same time, coincide. - araya getirmek /ı/ to bring (people, things) together (in the same place and at the same time). - aşağı bir yukarı (to come and go) aimlessly. - atımlık barutu kalmak/olmak to be almost at the end of one´s resources, be almost at the end of one´s rope; to have played almost all of one´s cards; to have very little energy left. - avuç 1. a handful (of). 2. a handful (of), a very small number or amount (of). - ayağı çukurda olmak to have one foot in the grave. - ayak evvel/önce immediately, at once. - ayak üstünde bin yalan söylemek 1. to tell a whole pack of lies at one go. 2. to be a big liar. - bakıma in one way, in one respect. - baltaya sap olmak to have a job, be employed. - bardak suda fırtına koparmak to raise a tempest in a teapot. - başına all alone, all by oneself. - baştan/uçtan bir başa/uca (traversing, looking at, surveying, filling a place) from one end to the other, from end to end. - ben, bir de Allah bilir. colloq. Only God knows what I´ve gone through. -e beş vermek to yield five times the seed, yield fivefold. -e bin katmak to exaggerate, make much of a trifle. - bir one by one. - boy 1. once. 2. used as an emphatic: Bir boy gidelim, görelim. Let´s just go and see! - boyda of the same height. - bu eksikti. colloq. Nothing but this was lacking!/This was all that was needed! (said sarcastically). - cihetten in one way, in a way. - çatı altında under the same roof, in the same building. - çırpıda at one stretch, without interruption, at once. - çift söz 1. a little advice, a piece of advice: Sana bir çift sözüm var. I have a piece of advice for you. 2. a brief exchange of conversation: Öyle meşguldüm ki kendisiyle bir çift söz bile edemedim. I was so busy that I couldn´t have even a brief conversation with her. - çuval inciri berbat etmek to foul things up but

    Saja Türkçe - İngilizce Sözlük > bir

См. также в других словарях:

  • ayak — is., ğı, anat. 1) Bacakların bilekten aşağıda bulunan ve yere basan bölümü 2) Bacak 3) Birtakım şeylerin yerden yüksekçe durmasını sağlayan dayak, destek veya bunlardan her biri İskemlenin bir ayağı kırık. Bu köprünün dört ayağı var. 4) Vücudun… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • el — 1. is., anat. 1) Kolun bilekten parmak uçlarına kadar olan, tutmaya ve iş yapmaya yarayan bölümü El var, titrer durur, el var yumuk yumuk / El var pençe olmuş, el var yumruk. Z. O. Saba 2) Sahiplik, mülkiyet Elden çıkarmak. Elimdeki bütün parayı… …   Çağatay Osmanlı Sözlük

  • baş — 1. is., anat. 1) İnsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız vb. organları kapsayan, vücudun üst veya önünde bulunan bölüm, kafa, ser Sağ elinin çevik bir hareketiyle başındaki tülbendi çekip aldı. N. Cumalı 2) Bir topluluğu yöneten kimse …   Çağatay Osmanlı Sözlük

Поделиться ссылкой на выделенное

Прямая ссылка:
Нажмите правой клавишей мыши и выберите «Копировать ссылку»